7 Mayıs 2016 Cumartesi

35. İstanbul Film Festivalinden Notlar

35. istanbul film festivali ile ilgili görsel sonucu
Türkiye'nin en iyi Film Festivalini geride bırakıp, Tiyatro Festivalinin tadını çıkarttığımız şu günlerde İstanbul Film Festivalinden akılda kalanları paylaşmak istiyorum. Mutlaka sinema perdesinde izlemek isteyenler için de içlerinden bazı filmler vizyona veya "Başka Sinema" salonlarına mutlaka düşecektir.

Melekleri Taşıyan Adam / Angel’s Shepherd: Türkiye’de yaşayanlar olarak, film bize çok tanıdık olan pek çok meseleye farklı bir bakış açısıyla yaklaşıyor. Derdi olan, üzerine konuşulacak, tartışılacak Türk filmleri arasında da yerini alıyor. Bizim ülkemizde “bu film gişe yapmaz” sözü ne yazık ki filme bir iltifat haline geldi. Melekleri Taşıyan Adam da bu iltifatı hak eden ve destek olunması, izlenmesi gereken yapımlardan. Zaten, 12 Nisan akşamı Beyoğlu Sinemasında filmden sonra yapılan söyleşide de Cansel Elçin ve ekibi filmin amacına ulaştığını, festivallerde kendine yer bulduğunu ve seyircisini beklediğini belirtti. Baş rolde yer alan Serkan Batçı’nın da filmin başarısındaki katkısının büyük olduğunu söylemek gerek…

11 Dakika / 11 Minutes: Şüphesiz çoğu izleyici için festivalin heyecanla beklenen filmlerindendi. Bana göre beklentinin biraz altında kalsa da sinemaya yenilikçi yaklaşımıyla dikkat çeken bir film 11 Dakika. Farklı insanlar ve kesişen hayatları izlediğimiz filmin içinde pek çok detay gizli. Bunlardan bazılarını yakaladığınızda film daha heyecan verici hale geliyor. Polonya’nın Oscar adayı olan 11 Dakika, sinemaya farklı bir bakış açısı sunan ancak temposunu son dakikalarda arttıran bir film. Bu sebeple filmden ilk çıktığınızda oldukça etkileniyor ancak üzerine düşündüğünüzde filmin büyüsünün biraz bozulduğunu fark ediyorsunuz.

Hitchcock / Truffaut: Benim için festivalin favorilerinden biri. Çok eğlenceli, zekice ve zamanın nasıl geçtiğini unutturan müthiş bir belgesel… Hitchcock gibi bir dehanın efsane yönetmenlerden Truffaut ile buluşmasından da ortaya zaten kötü bir şey çıkması çok ihtimal dahilinde değil. Bu arada belgeselin aslen Truffaut’nun Hitchcock ile yaptığı röportajlarının yayınlandığı kitaba dayandığını da belirtmek gerek. Her iki yönetmen de bu dünyada aynı zaman diliminde yaşayıp, 5 dakika olsun sohbet etmeyi herşeyden çok isteyeceğiniz iki ayrı efsane. Bugün böyle bir şansımız yok ama dehalarından miras kalan filimlerini ve onları biraz daha yakından tanımak için Hitchcock / Truffaut kitabını/belgeselini şiddetle tavsiye ederim.

Mars’tan Haberler Var / News From Planet Mars: Bir aile hikayesinde absürd öğelere yer veren ve mizahı yüksek olan festival filmlerinden. Her bir aile üyesinin ayrı sorunlarına komedi çerçevesinden bakan film eğlenceli vakit geçirmeyi garantiliyor. Ben filmi festivalde 60 yaş üstü bir kitleyle izlediğim için objektif yorum yapamıyor da olabilirim. Grup, filmi izlerken oldukça eğlendi ve belki de normalde gülmeyeceğim sahnelerde bile kahkahalarıyla benim de filmden çok daha fazla keyif almamı sağladı. Benim için de bu film hatırladıkça gülümseyeceğim bir festival anısı olmuş oldu.

Miles Ahead: Trompetin efsane ismi Miles Davis’in hayatının bir kısmını, hayallerini, zaaflarını izlediğimiz keyifli filmlerden. Filmin yönetmeni Don Cheadle aynı zamanda Miles’a hayat veren oyuncu olarak da karşımıza çıkıyor. Düzene ve kalıplara kafa tutan, dahi müzisyeni hem heyecanlı hem sanatsal görüntüler eşliğinde izliyoruz. Film kesinlikle durağanlıktan uzak, akıcı ve özellikle hayatına bir şekilde müziğin dokunduğu herkesin izleyince keyif alacağı türden bir yapım.

Gökdelen/ High-Rise: Distopik filmleri sevenler için aynı adlı romandan uyarlama, festivalden muhteşem bir öneri Gökdelen. 1984, Brazil gibi distopya örneklerine pek benzemese de farkını ortaya koyan, heyecanı gittikçe artan, izlenilesi filmlerden. Filmdeki oyunculukların da çok başarılı olduğunu söylemem gerek.  Zekice kurgulanmış metaforlar, başarılı müzikler ve ilginç görüntülerle dolu bilim kurgu severlerin de dikkatini çekecek olan High Rise, festivalin en farklı ve ilgi çekici filmleri arasında.

Kibir / Vanity: İyi olduğu çok belli, herkese hitap eden, her izleyenin beğeneceği filmlerden değil, ancak ben çok sevdim. İntihar etmek isteyen insanlara yardım eden bir şirketin elemanıyla hayatına son vermek isteyen yaşlı bir adamın hikayesini, ilişkilerini konu alan kesinlikle iç sıkıcı olmayan, eğlenceli ve tatlı filmlerden. Mizahı ve ironiyi barındıran film güzel vakit geçirmek isteyenlere iyi bir öneri olabilir.

Doğuştan Kederli / Born To Be Blue: Müzik, aşk, uyuşturucu, caz… ve tüm bunların bir araya gelişiyle ortaya çıkan esrarengiz, merak uyandırıcı bir film.. Ünlü trompetçi Chat Baker’ın gelgitli hayatı festivalde çok başarılı bir yapımla çıktı karşımıza. Şahane müzikler, çok iyi oyunculuklar ve cazla dolu film, sıradışı ve özel müzisyen Chat Baker’ın hikayesi de festivalin tavsiye edilecekler listesinde. 

Not: Tüm filmlerin listesi ve filmlerin detayları; http://film.iksv.org/tr/filmlistesi

Dilruba Balbunar